(BAU DEGS VE YAZARINA ATIFTA BULUNMADAN KULLANILAMAZ)
Oruçreis Sismik Araştırma Faaliyetlerinin Durdurulması ve Sonuçları
Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Libya-Türkiye hattının 300 km doğusundaki çalışmalarını “Yunanistan’ın itiraz, şikayet ve tehditleri sonucu Almanya’nın araya girmesi neticesinde” 21 Temmuz’da iptal ya da ertelemesinin vahim sonuçları olmuştur.
Öncelikle Libya-Türkiye hattının 300 km doğusunu dahi maalesef tartışmalı ya da müzakere edilebilir alan haline dönüştürmüştür. Yani bazılarının söylediği gibi Oruç Reis’in çekildiği Navtex bölgesi Meis ve Rodos bölgesinde değildir. Libya-Türkiye hattının 300 km doğusunda olduğu gibi Meis’in de 300 km güneyindedir. Diğer bir deyişle Yunanistan’ın Türkiye’ye 41.000 kilometre karelik alan bırakan sözde Seville haritasındaki iddiasının doğu ucudur. Yani Yunanistan maksimalist taleplerinin en maksimalist noktasında itirazda bulunmuş ve şu veya bu şeklîde Türkiye’nin bu noktada dahi çalışmalarını durdurmasını sağlamıştır.
Türkiye - Libya hattı Oruçreis Sismik araştırma Gemisinin 21 Temmuz 2020'de iptal edilen araştırma sahası
Bu durum muvacehesinde Libya-Türkiye andlaşmasını kendi elimizle ortadan kaldırma, Doğu Akdeniz ve Libya politikasını da kadük etme durumu ile karşı karşıya kaldık. Yunanlılar bu durumu büyük bir diplomatik zafer ve tabiri caizse Türkleri dize getirmek şeklinde görmektedirler.
Üstelik bahse konu son geri adım attığımız bölgeler 2011 ve 2012’de TPAO’nun ruhsatlandırıldığı alanlardır. Dolayısıyla bu durum sonucunda yıllar önce bizim olduğunu ilan ettiğimiz alanlardan çekilmek durumunda kaldık.
TPAO Ruhsat Sahaları Oruçreis Sismik Araştırma Gemisinin çalışmasının iptal edildiği TPAO ruhsat sahaları
Bu süreçte yaşanan söz konusu gelişmeler Mısır’ı da cesaretlendirmiştir. 30 Mayıs 2020’de T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından ihaleye çıkılan alanlarda 30 Temmuz 2020’de Mısır Dışişleri Bakanlığı açıklama yaparak hak iddia etmiş ve Türkiye’yi uyarmıştır. Bu durum kamuoyunda pek yankı bulmamasına rağmen tarafımızdan çok enteresan bulunmuş ve “Mısır’ın, Yunanistan ile bir Münhasır Ekonomik Bölge antlaşması imzalamasının eşiğinde olduğundan endişe ettiğimizi” elimizden geldiğince tüm ilgililere duyurmaya çalıştık.
Yunanistan, Deniz Yetki Alanlarının Paylaşımı Konusunda Doğu Akdeniz’de Muhatabımız Değildir
Diğer yandan Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile müzakereye hazır olduğumuz minvalinde Türk yetkililerin yaptığı açıklamalar endişemizi daha da artırmıştır. Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de müzakere etmeyi kabul etmemiz ihtimali geri dönülemez zararlar verecek bir tutum olur. Zira Yunanistan bizim Doğu Akdeniz’de muhatabımız değildir. Aramızda sorun yoktur. Sadece Yunanistan’ın bizim hakkımız olan deniz alanından talebi vardır.
Uluslararası hukuka, Uluslararası Adalet Divanı ve Hakem Mahkemeleri kararlarına (detayları kitaplarımda ve makalelerimde mevcuttur) aykırı şekilde adalarına Münhasır Ekonomik Bölge tanımlamaya çalışan Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de müzakere edilecek herhangi deniz yetki alanları paylaşımı bağlamında müzakere edilecek bir husus yoktur. Hukuki boyutu özetle daha ilerde değinilmekle birlikte, en basit boyutuyla dahi, Yunanistan’ın Adalarının Doğu Akdeniz’e bakan yüzlerinin 167 km’lik toplam kıyı uzunluğu ile 1870 km’lik Anadolu kıyıları karşısında bir deniz yetki alanı talep etmesi inanılmaz gayri hukuki bir pişkinliktir.
Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşımı Konusunu Yunanistan ile Müzakere Edersek Ne Olur ?
Bilindiği üzere Libya ile yaptığımız deniz yetki alanları (MEB ve Kıta Sahanlığı) andlaşması deniz hukukunun bugüne kadar verilen mahkeme kararları çerçevesinde; hakkaniyet, eşit uzaklık, oransallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama, özel ve beşerî koşullar ile diğer koşulların değerlendirilmesi gibi prensipler çerçevesinde yapılmıştır. Bu kapsamda doğal olarak adalara karasuları kadar deniz yetki alanı tanınmış ve Libya-Türkiye hattı bu adaların karasularının hemen dışından geçirilmiştir.
Bu durumda Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı muhatap alarak müzakere etmek demek, Yunanistan’ın talebini nasıl karşılayacağımızı konuşmak, yani hakkımız olandan ne kadarını Yunanistan’a vereceğimizi görüşmek anlamına gelebilecektir.
Adalara ne kadar kıta sahanlığı tanınacağını müzakere etmek Libya andlaşmasını ortadan kaldırmak demektir. Çünkü biz bu andlaşmayı imzalarken ve Türkiye-Libya hattını çekerken deniz hukukuna uygun şekilde adalara karasularının ötesinde bir deniz yetki alanı tanınmamıştır. Ayrıca eğer adalara karasuları dışında deniz yetki alanı tanınması konusunda müzakere başlarsa durum 2004 yılından itibaren savunduğumuz Kıbrıs adasının batısında karasularının sınırından geçtiğini söylediğimiz kıta sahanlığı hattının da kaybedilmesi anlamına gelecektir. Bu da bizi Antalya Körfezine hapseden Seville haritasının kabulü anlamına gelecektir.
Yunanistan’ın Mısır ile MEB Andlaşması İmzalaması, Etkileri ve Özet Hukuki Değerlendirme
Diğer yandan, konjonktürü takip ettiğimizde en kötü senaryo olan Yunanistan ile Mısır arasında Münhasır Ekonomik Bölge andlaşması imzalanmasına dair işaretler aldığımızı, sismik araştırmalardan vazgeçmemizin bu andlaşmaya zemin hazırladığına dair endişelerimizi de bu süreçte yine bildirmiştik. Ancak bir gelişme olmamış ve maalesef Yunanistan ile Mısır MEB andlaşması imzalamışlardır. Medyaya yansıdığı kadarı ile Yunanistan ve Mısır’ın mutabakata vardığı hattı gösteren harita aşağıda sunulmuştur.
Bu andlaşmanın Türkiye-Libya andlaşmasını ortadan kaldırması mümkün değildir. Karşılıklı kıyıları olduğu kör göze parmak derecesinde aşikâr olan Türkiye ile Libya’nın denizden komşuluğunu engellemek amaçlı bu andlaşmanın bizim andlaşmamıza hiçbir menfi etkisi yoktur, olamaz.
Uluslararası Deniz Hukuku, denize kıyısı olan devletlere ancak kıyı topoğrafyasının 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 7. madde esaslarına uygun olması koşuluyla “Düz Esas Hat” çizilebileceğini saptamaktadır. Kaldı ki “Normal Esas Hat” ve “Düz Esas Hat” çizimlerinin dışında, özel bir koşul olarak, BMDHS 47. madde “Takımada Esas Hat” belirleme usullerine yönelik metotları da içermektedir lakin bu özel metot, BMDHS 46. maddedeki “Archipelago State” (Adalar Devleti/Takımada Devleti) olarak tanınan devletler için kullanılabilmektedir. Yunanistan’ın bir Adalar Devleti yahut Takımada Devleti olmaması sebebiyle BMDHS 47. maddedeki özel hükümlerden faydalanamayacağı açıktır.
Ayrıca anakaradan 200 milden daha az uzaklıktaki adalar MEB üretmezler, yani bir diğer deyişle anakaranın MEB alanına dâhillerdir, üzerinde MEB oluşturamazlar. Sonuç olarak Yunanistan’ın Girit ve Rodos adaları arasında deniz yokmuşçasına düz esas hat çizerek karasuları sınırı oluşturması ve bu hattan itibaren MEB belirlemesi Türkiye’nin deniz hak ve menfaatleri bakımından asla kabul edilebilir olmadığı gibi, uluslararası deniz hukukuna da aykırıdır ve hukukun ihlalidir. Dolayısıyla Yunanistan – Mısır Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma (MEB) andlaşması geçersizdir. Yunanistan bu andlaşmayla diplomatik kurnazlığını kullanarak Mısır’ı da kandırmış ve hukuksuzluğuna alet etmiştir.
İspanya’nın Fas sahilinde adaları bulunmaktadır. Aşağıdaki haritanın üst kısmında İspanya’nın gerçek MEB’i, alt kısmında ise İspanya’nın Yunanistan gibi hukuksuz taleplerde bulunsaydı sahip olacağını MEB’inin ne olabileceğini görüyorsunuz. İspanya ve Fas deniz hukukuna uygun davranarak, sınırlandırmada ana karaları esas almakta, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve orantılılık ilkelerine riayet etmekte, ters tarafta kalan İspanyol adalarına (Fas ana karası önünde) karasuları dışında bir deniz yetki alanı tanımamaktadır. Dolayısıyla Yunanistan’ın Meis ve diğer adalarının MEB’i olduğu iddiası hukuksal ve fiili gerçeklerle örtüşmemektedir ve kesinlikle uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
Yunanistan Mısır ile Antlaşma Yapmak Pahasına Bugüne Kadar İddia Ettiği Tezlerinden Taviz Vermiştir
Diğer yandan öğrenebildiğimiz kadarıyla, Yunanistan, Mısır ile andlaşma yapmak uğruna Rodos, Girit adaları için ön gördüğü MEB alanından %50 vazgeçmiştir. Bu durum esasen Yunanistan tezlerinin çöküşü anlamına gelir. Zira Yunanistan başından beri iddia ettiği adaların ana karalar kadar deniz yetki alanı olduğu tezini kendi elleri ile çürütmüştür.
Üstelik Mısır Meis’in münhasır ekonomik bölgesi ya da kıta sahanlığı olduğuna dair Yunan tezini kabul etmemiş, sınırlandırmada Meis’i muhatap kıyı olarak kabul etmemiştir. Bu Yunan tezlerinin çöküşüdür.
Tüm Açıklamalarımızda Kıta Sahanlığı Değil, Münhasır Ekonomik Bölge Kavramını Kullanmalıyız
Bilindiği üzere Mısır ve Yunanistan arasında imzalanan MEB andlaşmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi sitesinden konu ile ilgili açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi;
“Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır. Sözde sınırlandırılan alan, Birleşmiş Milletler’e de bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır.”
Bu noktada düşüncemiz bu açıklamada belirtilen sadece deniz tabanı ve altındaki cansız kaynaklarına sahipliği kısmen kapsayan kıta sahanlığı ifadesinin “sadece cansız değil canlı kaynakların da kullanımını da içeren ve artık tüm devletlerce de esas kabul edilen Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)” olarak değiştirilmesi gerektiği yönündedir. Zaten Türkiye-Libya arasında imzalanan andlaşma da bir MEB andlaşmasıdır. İmzalanan Deniz Yetki Allanları Mutabakat Muhtırası içerisinde açıkça yazmaktadır. O yüzden burada geçen ifadenin de MEB olarak düzeltilmesi gerektiği kanaatindeyim. Çevremizdeki tüm devletler MEB hakları derken bizim hala kıta sahanlığı ifadesinde ısrar etmemizin milli menfaatlerimizi açısından uygun olmadığı değerlendirilmektedir. Bu hususu bir kez daha ısrarla vurgulamakta lüzum hissedilmektedir.
Bölgeye Sadece Askeri Gemi Göndermek O bölgenin Bizim Münhasır Ekonomik Bölgemiz (MEB) Olduğunu Göstermez, Sismik Araştırma ya da Sondaj Gemisi Göndermek Gereklidir.
Bunun yanı sıra, bu alanda yapılan andlaşmanın Türkiye’nin hukuki haklarını gasp ettiği ortadadır. MEB’in bize ait olduğunu göstermek için bölgeye askeri gemi göndermek anlamlı bir çözüm yolu değildir zira askeri gemiler diğer ülke karasuları dışında denizlerin geçiş, eğitim vs. maksatlı serbest kullanımı ilkesi çerçevesinde her yerde özgürce eğitimlerini yürütebilmektedir. Yani o bölgede askeri gemiler bulundurmak, tatbikatlar yapmak o bölgenin size ait olduğunu göstermez. Zaten Doğu Akdeniz’de yedi düvelden gemi vardır. Yani askeri gemilerin eğitimi, atışlı tatbikatı vs için Navtex ilan etmenin hiçbir anlamı yoktur.
Bu bölgenin MEB ve kıta sahanlığı hakları bakımından bize ait olduğunu göstermek ancak kaynakların araştırılması, çıkarılması ve kullanılması ile mümkün olur. Bu kapsamda bu bölgelerin münhasır ekonomik bölgemiz ve kıta sahanlığımız içerisinde olduğunu göstermek ve haklarımıza sahip çıkmak için ivedilikle bölgeye sismik araştırma ya da sondaj gemisi göndermek gerekmektedir.
Biran Önce MEB İlan Edilmelidir
Ayrıca, en önemlisi ise elimizde proaktif bir stratejiye dair tek seçenek kalmıştır. O da MEB ilan etmektir. Zira Yunanistan’ın bundan sonraki adımı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile MEB andlaşması imzalamak olacaktır. Bunun da haberleri Yunan ve Rum basınında yayılmaya başlamıştır. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden İsrail ve Lübnan ile de andlaşma yapmışçasına Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilan edilmelidir.
MEB’in belirlenmesi için “ilan” ve “antlaşma” şeklinde iki ayrı ya da bütünler yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerden MEB ilan etmek için 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nin 75’inci maddesi gereğince sahildar devletin ilan ettiği MEB’i gösteren harita yayımlayarak veya coğrafi koordinatlara ilişkin listeleri gerektiği şekilde yayımlayarak bunların bir nüshasını BM Genel Sekreteri’ne göndermesi gereklidir.1982 BMDHS kıyı devletine karasularında ve devamında münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkını vermektedir.
Öte yandan 1982 BMDHS’nin 74’üncü maddesi, sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında MEB sınırlandırılmasının hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşması amacıyla Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38’inci maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun olarak antlaşma ile yapılmasının daha uygun olacağı lafzi olarak anlaşılmaktadır.
Özetle, Sözleşme ve uluslararası yargı kararları hakkaniyete uygun bir çözüm için; “ilgili tüm taraflar arasında varılacak bir antlaşmadan” bahsetmektedir. Bununla birlikte MEB’in tek taraflı ilan edilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Doğu Akdeniz’de ise devletlerin tüm kıyıdaşlarla antlaşmadan ziyade MEB’ini tek taraflı olarak ilan etme ve ikili antlaşmalar yapma yolunu seçtikleri görülmektedir. Bu kapsamda, GKRY, Libya ,Suriye, Lübnan ve İsrail MEB ilanında bulunmuş ve ikili andlaşmalar yapmışlardır. GKRY ise 2003’te önce sadece Mısır ile MEB andlaşması imzalamış ve müteakiben tek başına 2004 yılında MEB ilan etmiş, geçerlilik tarihini ise 2003’e çekmiştir. GKRY’nin BM’ye 2004’te sunduğu MEB haritası aşağıdadır.
Çatışma Çıkması Endişesi
Ya çatışma çıkarsa endişesinden kaynaklı geri çekilme bizim fıtratımıza uygun değildir. Yarın bir gün herhangi bir devlet vilayetlerimizden birinde hak iddia etse çatışmadan çekinip müzakere mi edeceğiz? Bu gibi durumlardan Türk Milletinin çekinmediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de asla müzakere etmediği ve etmeyeceği zaten sayısız delilleri ile ortadadır.
Esasen Yunanistan’ın bizimle çatışmayı göze alması aklen pek mümkün değildir. Zira o kadar çok yumuşak karnı var ki… Yumuşak karınlarının nereler olduğu haritaya bakınca çok net görülür. Özellikle gayri askeri statüde olmak kaydıyla Yunanistan’a devredilen ancak Yunanistan tarafından askerileştirilerek ve silahlandırılarak devir şartının bizzat Yunanistan tarafından ortadan kaldırıldığı adalara ve hemen Anadolu kıyılarımız yakınındaki pozisyonlarına dikkat çekmek isterim.
Sonuç
Hülasa Türk Milleti ve Devleti uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerinin farkındadır.
Israrla belirttiğimiz gibi hak ve menfaatlerini korumak için her türlü mücadeleyi bedeli ne olursa olsun vermekten Türk Milletinin çekinmediği ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de asla müzakere etmediği ve etmeyeceği zaten sayısız delilleri ile ortadadır. Devletimizin en üst makamlarının son açıklamaları da bu yöndedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin her türlü gücü ve kudreti yerindedir. Türkiye’nin verecek ne bir karış vatan toprağı ne de bir damla vatan suyu vardır!
Yukarıda belirtilen hususların değerlendirilmesinde ülkemizin hak ve çıkarları açısından fayda ve gerek mütalaa edilmektedir.
Doç.Dr. Cihat Yaycı
BAU DEGS Başkanı