Kırmızı Kod: Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son iklim riski raporunun çözümlenmesi

Rusya ve Ukrayna arasındaki devam eden savaş, son günlerde küresel medyanın neredeyse tek odak noktası haline geldi.

Olağanüstü bir askeri ve insani krizin ortaya çıkışına tanık olan bir zamanda yaşamak oldukça talihsiz olsa da iklim değişikliği konusunda geri dönüşü olmayan gezegensel bir krizin yaratıldığı hususunda uyarıda bulunan bu son raporun işaret ettikleri, hayal kırıklığını daha da artırıyor.

Birkaç gün önce Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) dünyanın karşı karşıya olduğu iklimsel tehlikenin boyutu hakkında 3500 sayfalık bir rapor yayımladı. Çoğu iklim raporunun hep en kötü durum senaryosunu rivayet ettiği düşünülse de özellikle yayımlanan bu son rapor, birden fazla yönüyle ön plana çıkıyor.

Bu rapor, Birleşmiş Milletler (BM) destekli bir kuruluş tarafından hazırlanan raporlar arasında, iklim değişikliğinin etkilerinin artık “geri döndürülemez” olduğunu kesin olarak saptayan muhtemelen ilk rapor olmanın yanı sıra, iklim değişikliğinin bölgesel ve sektörel etkilerini değerlendiren ilk rapor olma özelliğine de sahip. Ayrıca rapor, iklim değişikliği hakkında daha önce söylenmemiş, görmezden gelmesi çok zor ve yüzleşmek için çok büyük olan gerçeklere de işaret ediyor.

İşte rapordan başlıca çıkarımlar ve nelerin tehlikede olduğuna dair açıklamalar.

Kurtarma aşaması artık sona erdi

Rapordaki bulgular, iklim krizinin beklenenden daha hızlı gerçekleştiğini ve mücadele tedbirleri penceresinin yakında kapanacağını gösteriyor. Dedikleri gibi, artık bir “Kırmızı Kod” dönemindeyiz; çünkü bu kriz her geçen saniye bizi daha da içine çekiyor.

Sayısal bir bakış açısıyla kriz şöyle görünüyor:

  1. Yaklaşık olarak dünya nüfusunun yüzde 45’ine tekabül eden 3,5 milyar insan, iklim değişikliğine karşı oldukça hassas bölgelerde yaşıyor.
  2. Mercan resiflerinin ölümünün veya buzulların erimesinin sonuçları gibi bazı kayıplar, artık geri döndürülemez raddede bulunuyor.
  3. Eğer sanayi devrimi öncesi dönemlerden beri sıcaklık artışını 1,5 santigrat derecede tutmak için çaba sarf edilmiş olsaydı bile, 2040 yılına kadar küresel olarak birden fazla iklim felaketinin ortaya çıkması ihtimali çok yüksek olacaktı.
  4. Ortalama sıcaklık artışı, geçici olarak bile öngörülen 1,5 santigrat dereceden fazla gerçekleşirse, bu daha da ciddi etkilere yol açacak.

İşte raporda Hindistan özelinde değinilen bazı ayrıntılar:

  1. İklim değişikliğinin etkileri, 2050 yılına kadar, Hindistan da dahil olmak üzere, Güney Asya ülkelerinin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %2’sini aşındıracak.
  2. İndus ve Ganj nehir havzalarındaki “ölümcül” ısı dalgaları potansiyel olarak insanların hayatta kalabileceği sınırları aşacak kadar yükselebilir.
  3. Ekinlerin sıcaklık değişimlerine karşı duyarlılığı en çok tropikal bölgelerdeki ülkelerde hissedilecek. Örneğin Hindistan, 1 santigrat derecelik bir sıcaklık artışına karşılık mısır üretiminde yüzde 25’lik bir düşüşe tanık olabilir.
  4. Uyum önlemleri alınmadığı takdirde, 2080 yılına kadar Hindistan’ın GSYH’sinde, deniz seviyesinin yükselişinden kaynaklı olarak gerçekleşecek kayıplar, Çin’in hemen akabinde ikinci sırada yer alacak.
  5. Hindistan’daki şehirler hala iklim risklerine karşı en savunmasız durumunu sürdürüyor. Mumbai, sel ve deniz seviyesinin yükselmesi karşısında yüksek risk altında. ChennaiBhubaneswarPatna ve Lucknow, tehlikeli sıcaklık ve nem seviyelerine yaklaşan şehirler arasında.
  6. Sıcaklıklar yükselmeye devam ederse, Hilsa shad balığı ve Bombay ördeği gibi ticari önem arzeden bazı hayvan türlerinin üretiminin önemli ölçüde düşeceği tahmin ediliyor.

Aslında, artık iklim değişikliğinin gerçekleşmesini beklemek gibi bir durum söz konusu değil. Bu zaten gerçekleşti, etkileri ile yaygın bir şekilde karşılaşılıyor ve bazı vakalar için bunun artık geri dönüşü yok.

Yeni neler var?

Bunun, geçen yıl yayımlanan raporun ikinci kısmı olduğunun anlaşılması gerekiyor. İlk bölüm, Ağustos 2021’de yayımlanmış ve daha çok iklim değişikliğinin fiziki bilimler kısmına odaklanmıştı. Açıkça görüldüğü üzere ikinci bölüm, iklim değişikliğinin etkilerini, risklerini, açıklarını ve uyum seçeneklerini konu edinmekte.

Aslında IPCC raporları hakkında bildiklerimiz şunlar: Bu raporlardan ilki 1990 yılında yayımlanmıştı. O zamanlar, raporun ana hatları oldukça basitti ve sadece yükselen risk sahalarının neler olduğunu saptamıştı.

Dürüst olmak gerekirse, her bir değerlendirme raporu kayda değer ölçüde yeni şeyler söylemiyor. Yıllar geçtikçe, her rapor önceki rapor çalışmalarını temel alarak daha fazla veri ve kanıt ekleyerek bulguların daha yüksek düzeyde bir özgünlük ve netlik taşımasını sağlıyor. Fakat süregelen raporlardaki verilerin oluşturduğu risk birikimi, zaman içerisinde yığılarak yepyeni bir rota çizilmesine gerektirecek kadar kritik bir kütle kazanıyor. Bu durum aynı zamanda 1990 tarihli raporun 2022 raporuna neden bu kadar zıt olduğunu da açıklıyor.

Ancak, son zamanlarda bu eğilimde bir kırılım gerçekleşti. 2014’te, iklim değişikliğinin öngörülen etkileri hakkında, üzerinde oldukça fazla mürekkep harcanan beşinci değerlendirme raporu yayımlanmıştı. Şu anda okuduğumuz 2022 tarihli rapor ise, daha önce meydana gelmiş olaylara sayfalar dolusu yer ayrılmış olan altıncı değerlendirme raporu.

On yıldan kısa bir süre içerisinde art arda yayımlanmış olan iki raporun niteliklerindeki böylesine büyük bir değişiklik, altı çizilen iklim öngörüsünün bir başka kanıtını daha teşkil ediyor. Bu seferki rapor ayrıca, iklim değişikliğinin birkaç yeni boyutunu daha gün yüzüne çıkarıyor. Örneğin, bölgesel risk değerlendirmesinin ilk defa yapılmış olmasının yanı sıra; iklim değişikliği tehdidiyle doğrudan karşı karşıya olan dünyanın dört bir yanındaki ve özellikle Hindistan’daki kıyı bölgelerinin yerinin saptanması da önemli bir tespit. Önceki raporlarda bu tür ayrıntılı bilgiler bulunmuyordu.

Ayrıca bu rapor, iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerine giderek daha fazla odaklanıyor. Rapor, subtropikal bölgelerde dang humması veya sıtma gibi su yoluyla ve vektörle bulaşan hastalıklardaki, bebek ölümlerindeki, diyabetteki ve dolaşım bozukluklarındaki artışları iklim istikrarsızlıklarıyla ilişkilendiriyor.

Son olarak rapor, iklim bozulmalarıyla mücadele konusunda şimdiye kadar uygulanan uyum önlemlerinin başarısızlığını vurgulayarak öne çıkıyor. Siyasal istek, finansman ve taahhüt eksikliğinin bir sonucu olarak uyum konusunda bariz boşluklar oluştuğu gerçeği, bu raporun açık bir şekilde dikkat çektiği kırmızı noktayı teşkil ediyor.

Bekle, panik yapma!

Evet, rapor endişe verici. Evet, durum vahim. Evet, dünyanın dört bir yanından 900 yazar tarafından derlenen bu ağır ve sıkıcı iklim raporuna dikkat kesilmeliyiz ve onu melatonin takviyesi olarak kullanmamalıyız.

Ama mümkünse bu konuda daha iyimser bir dönüş bulmaya çalışalım mı?

Hatırlanması gereken ilk şey, ister inanın ister inanmayın, şu anda uluslararası düzeyde daha önce görülmeyen seviyede bir iklim konsensüsüne tanık oluyoruz. Bir yıl içinde Beyaz Saray Liderler İklim Zirvesi, Cornwall’daki 2021 G7 Zirvesi ve Glasgow’daki COP26 olmak üzere üç büyük iklim zirvesi gerçekleştirildi; üstelik hiçbirinde kendi dönemini tanımlayan kararlar alınmadı.

ABD, Trump yönetimi sırasında çok karanlık bir kumar oynamasının ardından, iklim hedeflerine ulaşmak için her zamankinden daha fazla bağlılık sergiliyor. Hindistan gibi gelişmekte olan devletler, büyüme eğrisi tarafından engellense de net sıfır emisyon gibi radikal hedeflere ulaşmak için kararlı adımlar atıyor.

Kulağa indirgemeci gelebilir ancak her şey, en iyi bireysel uygulamalardan, koordineli azaltma hedeflerinden ve yeşil sanayi sektörüne giderek daha fazla yatırım yapmaktan geçiyor. Eğer her birey, iklim ve koruma karşıtı uygulamaları eleştirmeye söz verirse, global farkındalıktaki gelgitler en aza inecektir.

Ayrıca unutulmaması gereken en önemli şey, uyum önlemlerindeki eksikliklerin günün sonunda çatlaklar değil, boşluklar yarattığıdır. Emisyonların aşamalı olarak durdurulması zaman alır ve zaman kısıtlıdır. Ancak, iklim riski yönetiminde insan müdahalesi hakkında hatırlanması gereken bir şey varsa, bunun başarılabilir olduğu ve ozon tabakasındaki incelmenin iyileştirilmesinde olduğu gibi, daha önce başarıldığıdır.

Bırakın bu hikâye kendini tekrarlasın…

Kaynak: The Analysis

Bu haber, Doğan Yiğit Şahin tarafından çevrilmiştir.