Hükümet Liderlik Okulu (HLO) tarafından 5. si düzenlenen Diplomat Okulu’nun sonlarına doğru yaklaşıldığında gündemi “Türk Dış Politikası ve Yaşanan Gelişmeler” oluşturdu.
Diplomat Okulu 5, 4. haftasının ilk oturumunu İstanbul Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır ile gerçekleştirdi. Türk Dış Politikasındaki Son Gelişmeler ile ilgili yaptığı konuşmasına dünya siyasetine yön veren dört önemli gelişmeyi belirterek başlayan Bozkır gelişmeleri şu şekilde sıraladı; Sovyetlerin yıkılışı, 11 Eylül saldırıları, Küresel kriz ve Arap baharı. Sovyetler birliğinin dağılmasıyla AB’nin dünyada süper güç olarak ortaya çıkışından bahseden Bozkır bu süreçte Özal dönemiyle beraber Türkiye’nin hür teşebbüs kavramıyla tanışmasını ele aldı. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin yaşadığı travmayı Irak’ı işgal ederek, çözümü yurt dışında aradığını söyleyen Bozkır, bu travmanın ortadan kalktığını ve ABD’nin yurt dışına asker göndermesinin zorlaştığını belirtti. Ayrıca Amerikan rüyasının artık Avrupa rüyasına dönüştüğünü belirterek refahı ifade eden Avrupa Birliğinin Türkiye’nin stratejik hedefi olduğu yineledi. Konuşmasına küresel kriz ile devam eden Bozkır krizin sonuçlarını ikinci dünya savaşı sonrasındaki rakamlarla benzerlik gösterdiğini vurguladı. Arap baharı ve ardından yaşanan gelişmeleri değerlendiren Bozkır bu gelişmelerin etkileri Filistin, Suriye, İsrail ve Mısır’da kendini gösterdiğini söyledi. Son olarak bu gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkilerinden bahseden Bozkır Türkiye’nin AB üyeliğine de değinirken, Türkiye’nin AB’ye muhtaç olmadığını, Şangay Beşlisi’nin ve G-20 üyelik imkânının olduğunu belirtti.
Demokratikleşme ve Türk Dış Politikası’nın konuşulduğu ikinci oturum Kütahya Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Prof. Dr. İdris Bal’ın katılımı ile devam etti. Konuşmasına demokratikleşme ve sivilleşme kavramlarının farklı anlamalar taşıdığını söyleyerek başlayan İdris Bal dış siyaset yapım sürecine değindi. Dış siyaseti pazarlık sonucu oluşturan ABD’nin pazarlık masasında sadece Dışişleri Bakanlarına ve siyasetçilere değil medya, kanaat önderleri ve lobilere de yer verildiğini belirtti. İdris Bal “Aynı şablonun Türkiye’de de kullanabiliriz.” dedi. Geçmişe bakıldığında siyasetin tek düze olmadığını, belirli etkenlerin olduğunu ve dış siyasette etkili olan Turgut Özal’dan bahseden Bal kamuoyu ve medyanın etkisizliğine değindi. Özellikle darbe zamanında ne kadar etkisiz olduğunu vurguladı. Daha sonra Mısır’da yaşanan olaylara değinen Bal konuşmasına şöyle devam etti; “Türkiye bu ortamda darbeyi kınayabilirdi, orduyu çekilmeye davet edip daha sonra sıkıntılar çıkabileceği yönünde tavsiyeler verebilirdi. Müslüman Kardeşler’e aynı zamanda destek de verebilirdi. Ama sadece Müslüman Kardeşler’e yakın olup ordu yönetimiyle ilişkileri kesmek doğru değil. Neticede isteseniz de istemeseniz de bu bir gerçek ve diyalogları kesmemek lazım.” ABD’nin küresel bir güç olduğunu ve düşman ülkelerle bile iyi ilişkiler sürdürebildiğini belirten Bal “Kendi senaryosu olmayan ülkeler, başkalarının yazdığı senaryoda figüran olurlar.” diyerek konuşmasına devam etti. Sonuç olarak demokratikleşme açısından yüzde 10 barajın eleştirilmesi çok doğru diyen Bal demokratikleşme paketine dünyanın sıcak baktığını ama eksiklerin olduğu belirtti.
Üçüncü oturum Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) Müdürü Prof. Dr. Çağrı Erhan’ın Türkiye’nin ABD ve NATO ile İlişkileri üzerine yaptığı konuşmayla başladı. Türkiye’nin Sovyet tehdidine karşı NATO’nun güvenlik şemsiyesine girmek istediğini ancak 14 Mayıs 1950’de İsmet İnönü döneminde müracaat edilmesine rağmen bunun askeri yardımla sınırlı kaldığını belirten Çağrı Erhan 1952 de kesin kabulün gerçekleştiğini belirtti. Türkiye’nin NATO’ya kabulü sanılanın aksine Kore savaşıyla ilgili değil Sovyetlerin atom bombası yapmasıyla ABD’nin tekelinden çıkması, ABD‘yi Sovyetlere yakın bir yerde uçak ve silah depolamaya itti ve Türkiye’ye gelen üs talebi, NATO’ya kabul edilme karşılığında onaylandığını söyledi. Hükümetin değişmesine rağmen NATO karşıtı siyaset izlenilmediğine değindi. Soğuk savaş döneminde ortaya çıkan etik ve dinsel sorunlar için alınan önlemlerden bahsetti. Çağrı Erhan, Türkiye ABD gündeminden düşmemek için yeni siyasi coğrafyalarla ABD’yle her teması değerlendirdiğini ve büyük Ortadoğu projesinde topa giren ilk eşbaşkanlık göreviyle Türkiye olduğunu söyledi. Son olarak Türkiye AB adayı, batı ittifakı içinde yer alan demokratik bir ülke olarak Ortadoğu’ya örnek olacağını belirtti.
Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Eski Başkanı ve Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Onursal Başkanı E.Büyükelçi Ömer Engin Lütem ve Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Başkanı E. Büyükelçi Alev Kılıç’ın katılımıyla 4. oturumda “Türkiye Avrasya İlişkileri ve Türkiye Ermenistan ilişkileri” tartışıldı. “Türkiye-Ermenistan sorununun anlaşılabilmesi için geriye bakmak gerekir.” diyen Lütem geriye gidilmediği takdirde sorunun anlaşılmasının mümkün olmayacağını belirtti. Osmanlı dönemimde pek çok ulus olmasına rağmen en uyumlularının Ermenilerin olduğunu vurgulayan Lütem gerileme dönemine girildiğinde bu ilişkilerin bozulduğunu belirtti. Rusya ile işbirliği yapan Ermenilerin Sovyetlerin yıkılmasıyla Ermenistan’ı kurmasından bahseden Lütem “ Bu tarihten sonra, Türkiye soykırım iddialarının siyasi arenada tartışılması yerine bu konunun tarihçiler tarafından araştırılması tezini ortaya atıyor ve ilişkilerde normalleşmeyi savunuyor. Fakat Ermenistan’daki kamuoyunun buna muhalefeti sebebiyle başarılamıyor.” diyerek konuşmasına devam etti. Son olarak, 2015’te olayların 100. yıldönümü olduğunu ve Ermenilerin bunun için hazırlıklar yaptığına değinen Lütem “2009’da sorunlar çözümlenmiş gibi olsa da şimdiki durum daha vahim ve anlaşmazlıklar giderek artıyor.”dedi. Oturumun diğer konuğu Alev Kılıç ise “Avrasya neresidir? “ sorusuyla konuşmasına başladı. Avrasya’nın Avrupa ve Asya’nın birleşimi olduğunu ancak buna Ortadoğu ve Arap Dünyası katılmadığını; çünkü bu bölgelerin Afrika’ya kadar uzanan bölgeler olduğunu belirtti. Kılıç 1992’de Türkiye’de Avrasya açılımı olduğunu ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin kurulduğuna değindi. AB ülkesi üyelerle Doğu Asya ülkelerinin ekonomik işbirliği yapıldığını bunun sekretaryası İstanbul’da olmasına rağmen 20 yıl içinde bunun görünürlüğünün zayıfladığını vurguladı. Ayrıca Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ye girdikten sonra çaba harcamadıklarını belirten Kılıç birliğin çekiciliğinin azaldığını ve baştaki hızını kaybettiğini vurguladı. Fakat halen ciddi bir potansiyele sahip olan birliğin Azerbaycan ve Ermenistan’ın da katılımıyla siyasi açıdan ilginç bir ortam oluşturduğunu sözlerine ekledi.
Son oturum ise “Kıbrıs Sorunu ve Türkiye’ye Etkileri” hakkında konuşmak üzere Eski Milletvekili ve NATO Eski Daimi Temsilcisi E.Büyükelçi Dr. Onur Öymen’in katılımıyla başladı. Rauf Denktaş’a teşekkür ederek başladığı konuşmasında Öymen uzun zamandır Türkiye’nin gündeminde olan Kıbrıs Sorunu’ndan bahsetti. Kıbrıs sorununun incelenmesi için öncelikle adanın tarihine değinilmesi gerektiğini belirten Öymen, binlerce senedir birçok medeniyetin hakim olduğu bir ada olan Kıbrıs’ın 300 yıl boyunca Türklerin elinde bulunduğunu ve bu süre içinde Anadolu’dan özellikle Karaman yöresinden yaklaşık 30 bin insanın adaya geldiğini ve bu kişiler arasında her meslek grubundan her yaştan insan bulunduğunu belirtti. Birinci Dünya Savaşı’nda Kıbrıs’ta yaşananlara değinen Öymen İngilizlerin adayı sömürge halinde kullandığını ve adadaki Rumların bu dönemde Yunanistan ile birleşme isteğini, Enosis’i, oluşturduklarını belirtti. Öymen, bu dönemde Rumların isteklerinin ne duruma geldiğini eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in “Majesteleri Hükümeti’nin Rumların bu davasını kabul etmeyeceğine ihtimal vermek istemiyorum” ifadeleri ile somutlaştırdı. Öymen, bu süreçten sonra yine 1957 yılında Kıbrıs Türkiye’nin esaslı bir sorunu haline geldiğini ve 1960’larda iki egemen toplumun varlığını kabul eden bir Kıbrıs Devleti öngören İngiltere Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde Londra ve Zürih Antlaşmaları’nın imzalandığını ve bunun Lozan’ın 16. Maddesine dayanılarak yapıldığını ifade etti. Ayrıca Öymen Kürt, Ermeni ve Rum örgütlerin Yunanistan’da birleşerek harekete geçtiğini ve GKRY’nin PKK’nın siyasi üssü haline geldiğini vurguladı. Bunun üzerine Türkiye’nin de sertleştiğini belirten Öymen, Türkiye’nin dış baskılara boyun eğmediğini ve bunun sonucunda Türkiye’den bile demokratik ancak yalnızca Türkiye’nin tanıdığı ve çok ağır kültürel, ekonomik ve siyasi ambargolara maruz kalan bir KKTC ortaya çıkardığını söyledi. Onur Öymen son olarak konuşmasına şunları ekledi; Türkiye’nin siyasi geleneği dış baskılara maruz kalsa bile bunlara boyun eğmeyecek, iktidarlar değişse bile Türkiye KKTC’yi destekleyecek ve bu yönde direnecek.