Diplomat Okulu’nun 6 ve son haftasına yine birbirinden değerli konuşmacılar katıldı. Programa katılan; T.C. Antalya Milletvekili,Avrupa Parlamenter Meclisi Eski Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, T.C.Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Genel Müdür Yardımcısı Zeki Levent Gümrükçü, Fransa Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Herve François Magro, Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof.Dr.Mesut Hakkı Caşın yorum ve görüşlerini paylaştılar. Programda; “Türkiye’nin Uluslararası Örgütlerle Olan İlişkisi’’,’’Güncel Gelişmeler Işığında Türk Dış Politikası’’;’’Türkiye-Fransa İlişkileri’’,’’Türk-Rus İlişkileri’’,’’Ortadoğu’da Suriye Krizi ve Uçuşa Yasak Bölge’’ konuları ele alındı.
Konuşmacılardan satırbaşları şöyle:
Mevlüt Çavuşoğlu
"Özellikle Türkiye gibi jeopolitik konumu önemli bir noktada olan ülkenin dış politikası nasıl olmalıdır ve bu dış politikayı neler belirlemelidir? Bir ülkenin dış politikasını; en başta o ülkenin coğrafyası ve komşuları, ikinci olarak ise o ülkenin ekonomik gücü, sosyal yapısı, dünya normlarını ve değerlerlerini ne kadar yakaladığı belirler. Küçülen dünyada ilgi alanının sadece komşular olmaması gerekir. Türk dış politikasının temel felsefesi; Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Yurtta sulh, cihanda sulhdur”. Bugün ise bunu destekleyen adımlar atılmalıdır. Vizyonlar ise “Sorun yaratma sorun çöz ” ve “Düşman değil dost kazan”. Türkiye’nin “sıfır sorun” politikası her ne kadar uygulama açısından zor da olsa, doğru bir politikadır. Günümüzde Türkiye’nin dış politikada gösterdiği tavırlar yüzünden nereye gittiği ve Avrupa Birliği hedefinin dışında kalıp kalmadığı sorgulanıyor. Ancak bizim tek hedefimiz AB değil. Bugün AB’ye giremediğimizde ne olacak? Yalnız bir politika yürütmek zorunda kalacağız. Bunun yanı sıra, Amerika Birleşik Devletleri ile müttefik olabiliriz ancak her zaman ortak noktada buluşmak mümkün olmayabilir. Örneğin; Suriye’yle olan ilişkilerimize ilk müdahalede bulunan ülkelerin başında ABD’nin gelmesi. Bu yüzden ABD ile ilişkilerimizi yürütürken Rusya ile olan ilişkilerimizi de iyi tutmalıyız. Ayrıca sadece İslam dünyasıyla kuracağımız ilişkiler de yeterli olmayacaktır. Özetlersek, Türkiye’nin çok yönlü bir politika yürütmesi gerekiyor. Bu ülkelerden herhangi birini seçme lüksü yok. Örneğin; Afrika, Latin Amerika ve Uzak Doğu’nun Türkiye ile ticari ilişkilerinin iyi olduğu bölgelerdir, eğer böyle olmasaydı kriz döneminde biz de büyük sıkıntılar çekebilirdik.Türk dış politikasında edilgen değil etken bir diplomasi yürütmesini gerekli. Birçok ülkede kalkan vizelerden dolayı başta Türk iş adamları olmak üzere Türk Hava Yolları ve daha sonra ülke olarak oralara gitmemizin ve ticari faaliyetlerde bulunmamızın dış politikamızın gelişmesinde büyük rol oynadığını ve bu sebeple, dış politikanın sadece devlet kanalıyla yürütülemeyecek. Sayın Sezer’in dönemine baktığımızda Türk dış siyasetinin aktif olmadığını söyleyebiliriz. Ancak Gül dönemi bunun tam tersidir. Bu dönemde gördük ki iletişim kurduğumuzda, Türkiye düşmanı olan kişiler ve ülkeler bile en azından nötr bir yaklaşım sergilemeye başlıyor. Türkiye’nin aleyhinde olduğu söylenen insanları gözlemledim. Gördüğüm; bu insanlar demokrasi konusunda hassas ve Türkiye bu konuda iyi değil. Ancak aynı kişi kendi ülkesini de eleştiriyor, ortada bir Türkiye düşmanlığı yok. Türkiye’nin dış politikada aktif olması adına en önemli rol sivil toplum kuruşlarına aittir. Buna örnek olarak; STK’nın kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmaları Türkiye’nin uluslar arası olan imajını değiştirmektedir. Bu yüzden dış politikaya top yekün bakmak gerekir.
En büyük hedeflerimizden biri AB’ye girmek olsa da tek amacımız bu değil. Türkiye arabuluculuk yapabilmek adına bir çok örgüte üyedir. Ancak,üye olduğumuz örgütlerde karar alma mekanizmasında yer almamız gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum çıkarlarınızla örtüşmeyebilir. Bugün Balkanlar’ın ve Afrika’nın Türkiye’den beklentileri çok büyük . Bunu gerçekleştirmek için uluslar arası alanda aktif olmalısınız. Türkiye de bunu yapmaya çalışıyor. Bugün AB’den sonra en önemli örgüt Birleşmiş Milletler'dir. Türkiye, BM’nin kendisinden beklediklerini yapıyor; fakat aynı zamanda BM’nin yapısında değişiklik yapılması gerektiğini düşünüyor ve aynı düşüncede olan ülkelerle de iş birliği yapıyor. Avrupa Konsey’i Avrupa’nın en önemli örgütüdür. Günümüzde de giderek önemini arttırdığını bu nedenle, Türkiye’nin bu örgütte aktif rol alması gerekli. Aynı zaman da NATO ile olan ilişkilerimizde de düzelme olduğunu belirterek eskiden sadece asker yollarken şimdi karar mekanizmasında da yer alıyoruz. Türkiye aynı zamanda İslam Konferansı Örgütü’ne de üyedir. Bunun yanı sıra, üye olmayıp stratejik ortak olduğu oluşumlar vardır: Körfez Birliği, Şangay Birliği, Arap Ligi. Son olarak, Türkiye Avrupa’daki bir çok örgüte üye ve aynı zamanda bu örgütlerde aktif rol sahibi. Ancak daha aktif olacağımız ve olmamız gereken bir çok örgüt var."
Zeki Levent Gümrükçü
"Soğuk savaş sonrası başlayan değişim devam ediyor, gerek ekonomik gerek siyasi olarak yükselen güçler son iki-üç yıldır karşımıza çıkıyor. Son yıllarda Asya ve Afrika’nın yükselişi, Amerika’nın ekonomi ve güvenlik alanlarını bu bölgelere yöneltiyor. Afrika 2050 yılına kadar en hızlı büyümeyi gösteren bölgelerden biri. Çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşlarının da dış politikayı etkileyen önemli faktör. Akdeniz bölgesinde başlayan tarihsel dönüşüm Türkiye’nin bu noktada hem etkileyen hem etkilenen konumda. Kalıcılığı açısından ‘’Arap Baharı’’ yerine ‘’Arap Uyanışı’’ demek daha doğru. Böyle büyük bir halk devriminin kimse tarafından beklenen bir şey olmadığını böyle bir halk hareketi ve demokrasi isteğinin karşısında durmanın beyhude olacağını düşünüyorum. Bölgede istikrar sağlanmasının halkların demokratik rızasıyla olacağı söylendi. Suriye konusunda ise Suriye’nin Mısır ve Libya’dan çok farklı olduğu içinde çok fazla farklı etnik gruplar barındırdığı ve dikkatli adım atılmazsa etrafına zarar verebilir. Bir reforma başlanınca siyasi desteğin yanı sıra her türlü ekonomik ve sosyal desteğin verilmesi önemli. Türkiye’nin Sıfır Sorun Politikası ise bu noktada Suriye ile ilişkilerin koptuğu ve Esad rejimi ile bir bağlantı kalmadı. Bunun nedeni ise Esad’ın kendisinin değişti. Türkiye ile İran’ın Suriye’ye bakışı farklı ve iki ülkede bölgenin iki önemli aktörü bu nedenle ilişkileri iyi tutmak önemli, ekonomik ve siyasi olarak karşılıklı bağımlılığı artan iki ülke. Türkiye’nin mi AB’ye ihtiyacı var yoksa AB’nin mi Türkiye’ye gibi sorular hep olur ancak burada sorulması gereken soru AB ve Türkiye birlikte neler yapabilir olmalıdır zira AB ve Türkiye birbiri olmadan da yaşayabilir ancak Türkiye’nin AB üyeliği ekonomik olarak AB’ye çok büyük katkı sağlar.
Herve François Magro
"Ekonomi, siyaset ayrılmaz haldedirler. Ekonomik ve kültürel varlık İstanbul’da incelenmeliydi. Muhteşem Süleyman’dan bu yana aynı diplomasi var. Diplomatik dilde konuşulanlara dikkat edilmeli ama şu ana kadar kriz yaşamadık demek çok güç. Diplomat olmak isteyenler coğrafyayı çok iyi bilmeli. Akdeniz'in iki ayrı ucundaki iki devlet olmamızın getirdiği ilişkiler çok normal. Türkiye ile ilişkilerimizin ekonomik öneminin farkındayız. Galatasaray lisesi ve Fransız liseleri, Frankafon nesiller yetiştirdiğimiz anlamına geliyor. Diplomatlar olarak sorunumuz, sermayelerimizi bu ilişkilere ve gelecek nesillere nasıl aktarmamız gerektiğidir. Eski Cumhurbaşkanımız Sarkozy, Türkiye’ye karşı çok net bir muhalefetti. Yeni başkanımızın pozisyonu buna benzer değil. Müzakerelerin yeniden ve yeni bir tarzla başlayacağından umutluyum. Avrupalılar, birliğin nereye gittiğini göremiyor. Biz Avrupa Birliği'ne girmeye hazır olmayan ülkeleri aldık, belki de bu AB'yi çok hızlı geliştirdiğimizi gösteriyor. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın oynadığı rolü oynayamıyor. Gözlemci ve kendi çıkarlarını korumaya yönelik hareket ediyor. Fransa da çoğu kişi herkes Türkiye’nin Almanya yanında yer alacağını düşünüyor. Bense Türkiye’nin kendi yararına mantıklı bir karar vereceğini düşünüyorum. Türkiye eskiye kıyasla ekonomik olarak çok güçlü, artık mücadele başka seviyede ve bölgesel olacak. Bir arada olamazsak, başarılı olamayız. Gençler Avrupa’nın Türkiye ile ilgilenmediğini düşünüyor. AB'nin kendini dışarı açma problemini siz de düşünmelisiniz. Ermeni soykırımının esasını anlamak çok zor. Maalesef ikili ilişkilerimiz bu konu ve gelişmeler etrafında gelişiyor. Gençliğimde Ankara da yaşadım ve Fransa’ya döndüğümde anlatılan Türkiye ile yaşadığım Türkiye başkaydı. 2015 Ermeni diasporasında diplomatlar olarak bu durumu idare etmemiz gerekecek. 500. 000 nüfuslu Ermeni halk Fransa’da , onların kökeni , evi Anadolu ve sonları 1915 olmuş. Şuanda Türkiye 80'ler 90'lar Türkiye’si değil. 1994 yılında Yunanistan BM'ye girdiğinde adaylığınızı koyabilirdiniz ama yapmadınız. Türk halkı ne istediğini söylemeli. Ekonomik kriz elbet bitecektir. Avrupa Birliği, ekonomi değildir. Liderlere özellikle değerler açısından çok ihtiyacımız var ve bu açıdan Türkiye değerleri çok önemli. AB üye sayısı arttıkça ortak güç merkezi olmak zorlaşıyor. 3 yıl önce bu göreve geldiğim Türkiye ile arasında dinamiklik, gençlik değişimleri var. Kendini ifade etme tarzı değişiyor. Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılması doğal çünkü doğal ortamı. Bizin İtalya, Portekiz’le ilgilenmemiz gibi bu. Türkiye’yi paydaş olarak görmeliyiz, rakip değil. Avrupalılar olarak paydaşlarımız var demeyi seviyoruz ama paydaşlık kurmayı sevmiyoruz. Bunu liderlik kaybı olarak görmemeliyiz.
Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın
"2025’te Türkiye nüfus olarak Rusya’yı geçecek. 2025’te Türkiye’de Rus Rusya’da Türk üniversitesi açılacak. Bölgede jeopolitik olarak iki devletin birbirini tamamladığını görüyoruz. Rusların dünyada 25 milyonluk diasporası var. Rusya ile ilişkilerimizdeki başlangıçtaki rekabet yerini işbirliğine bıraktı. Rusya ile 35 milyar dolar ticaretimiz var. Yılda 3, 5 milyon Rus turist geliyor Türkiye’ye. Suriye konusunda Rusya ile ayrılık içinde olduğumuz ortada. Rusya ile nükleer enerji konusundaki işbirliğiyle Türkiye ilk defa nükleer işbirliğine sahip olacaktır. Yakın zamanda Rusya ile terörizmin finansmanı konusunda protokol imzalanmıştır. Rusya ile Savunma işbirliğimiz çerçevesinde Rusya bize S-300 veriyor. Cenevre eylem planı ile Suriye’de Esad’ın gitmesi konusunda iki ülkenin müşterek bir noktada durduğunu görüyoruz. Esad’ın nereye gidebileceği ve Esad’dan sonra ne olacağı soruları ise cevapsız durumda. Rusya’nın BM vetosunu düşündüğümüzde Başbakan’ın ‘Anahtar Rusya’nın elinde. ’ sözü anlam kazanıyor. Lavrov’un ‘Esad vazgeçilmez değil.’ ve Putin’in ‘Onun(Esad’ın) avukatı değiliz. ’ açıklamaları da bu noktada ayrıca önemli. Suriye’nin elindeki bütün silahlar Rus malıdır. Mesele Esad’sız çözümün nasıl olacağı noktasında düğümleniyor. Rusya’nın esas düşüncesi Suriye’deki Tarsus limanını kaybetmemektir.
"Geçen yüzyılın iki büyük denklemi Osmanlı’nın Orta Doğu bölgesinden çıkarılıp atılması ile petrolün Osmanlı korumasından alınması idi. Buna ‘great game’ de deniliyordu. Rusya son dönem de Ukrayna ve Gürcistan’ı kırmızı çizgisi olarak belirledi ve bunu 2008 Gürcistan savaşında da gösterdi. İran – Irak savaşında Amerika Irak’ı tutmuştu. Körfez Savaşı’nda da Türkiye savaşa girmesi için 250 tane sıfır uçak vaat ettiler ama Türkiye kabul etmedi. Arap Baharı’nda dış dinamiklerin etkisi önemli bir tartışma konusu. Ben Arap Baharı’nın bir devrim olduğunu düşünüyorum. Fransız devrimi gibi Avrupa’daki 1848 devrimi gibi değil belki ama devrim olarak niteleyebiliriz. Bölge halkı 1990’larda artık meşruiyeti olmayan diktatörlerin ayakta duramayacağını gördü. Libya uzun dönem Rusya’nın kullandığı ve terörist eylemleri finanse eden bir devletti. Lockerbie skandalının faili de Libya’ydı. Orada karışıklıklar başladığında Çin Libya’da 50 bin vatandaşını çekti biz ise 30 vatandaşımızı Libya’dan tahliye ettik. Çin son dönemde Akdeniz’e açılmanın yollarını arıyor ve bu şekilde Amerika’ya meydan okuyor. Çin Rusya Amerika arasında Avrasya bölgesinde bir mücadele var. Orta Doğu’daki karışıklıklarda esas hedef Suriye mi İran mı sorusu var kafalarda. Ankara’nın Suriye’deki esas kaygısı mezhep çatışması ihtimalidir. Komşularla sıfır sorun politikası bir ideadır. Gerçekten mümkün olup olmadığı ayrı bir soru. Bu politika aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün politikasıdır. Türk dış politikası sürekliliğe haizdir. Suriye uçağını indirme konusunda Türkiye haklıdır. Uluslararası hukuka göre Türkiye’nin böyle bir hakkı vardır. Nato’nun Patriot füzelerini vermesi Türkiye’nin baskısıyla olmuştur. Türkiye’nin bunlara aslında ihtiyacı yok. Mesele Nato ülkesinin savunulması meselesidir. 1991 yılında Körfez savaşında TSK’ya vermediğimiz erzağı biz peşmergeye verdik. 550 bin mülteciyi besledik biz o dönemde. Esas olan insanlıktır. Mazlumun yanında olmaktır. Türk devlet geleneğinde bu vardır. Biz tarihimizde kimyasal silah kullanmadık insanlara, insanları sabun yapmadık Almanlar gibi. Rusya Suriye’ye Nato merkezli bir müdahaleye sıcak bakmıyor. Suriye’nin elinde nükleer silah yok ama ciddi anlamda kimyasal silah var. Türkiye’nin en büyük temennisi Suriye’de akan kanın durmasıdır."