Diplomat Okulu’nun 5. haftasına yine birbirinden değerli konuşmacılar katıldı. Programa katılan; Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mert Bilgin, Emekli Büyükelçi Uluç Özülker, Emekli Büyükelçi Alev Kılıç, Avrupa Parlamentosu 5. Dönem Milletvekili Ozan Ceyhun yorum ve görüşlerini paylaştılar. Programda; “Enerji Güvenliği ve Türk Dış Politikası’’, ’’Arap Baharı ve Ortadoğu Sorunu’’, “Türkiye Latin Amerika İlişkileri ve Meksika Perspektifi”, “Günümüz Koşullarında Kıbrıs Sorunu’nun Çözümü’’ konuları ele alındı.
Konuşmacılardan satırbaşları şöyle:
Prof. Dr. Mert BİLGİN
‘’Enerji güvenliği doğru miktarda enerji kaynağının doğru yerde elde edilmesidir. Bu işi yönetmek zorlaşmaktadır ve araya parametreler girmektedir. Türkiye’nin enerji tüketimi her geçen gün artıyor ve kaynak tüketiminde masraflar da her sene 3 katı artıyor, nüfus artışı, şehirleşme, tüketim alışkanlıklarımızdaki değişim sebebiyle 2023-2030 yılları arasında normal senaryoda mevcut elektrik tüketimimiz 2 katına çıkacak ve her yıl 5 milyar dolar tutarında enerji yatırımını hayata geçirmek durumundayız. Üretim tesislerinin özelleşmesiyle enerjide özel sektörün payı %75’e çıkacaktır. Türkiye için kaynak çeşitliliği ve tedarikçi çeşitliliği önemlidir, 2023 yılında madencilik sektörünün ihracatı 20 milyar dolara çıkacaktır. Doğalgaza fazla bağımlı olmaya başladık ve bu payı %30’lara düşürmemiz gerekiyor. Kömürden daha fazla yararlanmamız gerekiyor. 4 tane nükleer santral hedefi var, iç tüketimimiz bunları gerektiriyor. Nükleer enerji dış politikada da önemli bir yapı arz eder. Rusya ile Mersin Akkuyu nükleer güç santralinin tesisine ve işletimine dair anlaşma da önemlidir. Ülkeler arasında köprü olarak Natural Transit Route görevi görüyoruz ve bu anlamda diplomatik kazanımlar sağlamaya çalışıyoruz. Petrol açısından Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan işbirliği anlamında oldukça önem taşıyor, ileriki boyutlarda bu işbirliğine Ermenistan’ın dâhil olması da ihtimaller dâhilindedir. Ayrıca Irak-Türkiye petrol boru hattı ve Samsun-Ceyhan Boru hattı da çok büyük önem taşıyor. Türkiye bu anlaşmalara dâhil olurken tek başına değildir, tüm ülkelerin bu anlamda düşünceleri ve çıkarları var. Arap Gaz programı Mısır ve İsrail arasındaki problemlerden dolayı sekteye uğradı. Türkiye’nin düşüncesi çok paydaşlı projeyle petrolün Lübnan üzerinden Suriye’ye oradan da Türkiye’ye ulaşmasıydı ve bu projeleri küçülterek akıllıca davrandı, ana hatlar arasında köprü kurarak kısa hatlar oluşturdu bu durum küçük piyasaları hedeflemektedir fakat ülkemiz bu adımlarda büyük kazanımlar sağlamaktadır ve bu başarıdır. Kişisel olarak benim de isteğim güneş enerjisinden faydalanabilmek, organik bahçeler oluşturabilmek, rüzgar santralleri kurmaktır. Fakat mevcut şartlarda ekonomik büyüme için nükleer santral ihtiyacı doğuyor. Kaya Gazı Abd, Çin, Polonya Türkiye ve Almanya’da olmak üzere son yıllarda çok fazla gündemde olan bir konu, çok büyük getirileri olacaktır fakat çevre konusu gündeme gelebilir. Rusya’dan Türkiye’ye gaz akışı hiçbir zaman kesilmemiştir, çünkü Rusya için AB ülkeleri ve Türkiye en önemli pazarlardır, siyasallaştırmamışlardır.’’
Uluç Özülker
“Ortadoğu nedir? ABD; Ortadoğu diye, Fas’tan başlayarak bir kuşağın içinde yer alan Müslüman coğrafyasını tanımladı. Amerika menfaatleri doğrultusunda bu tanımı farklılaştırdı. Mesela Suriye ve İran bu politika kapsamına dâhil edilmemiştir. Suriye’yi dostu olarak görmemiştir. İran’ı gerçek anlamda Şii yapan bir Türkmen olan Şah Abbas’tır. Geçmiş yüzyıllarda İran olarak adlandırılmamış, 1935 yılında Şah Rıza Pehlevi tarafından İran ismi verilmiştir. Amerika’nın Ortadoğu projesindeki niyetlerini; perde arkasında olanlar ve görünüşte olanlar olarak 2 gruba ayırmıştır. Görünüşte olan niyeti; bu ülkelere demokrasiyi getirmektir. Özellikle bu konuda kadın hakları ön plana çıkarılmıştır. Gizli neden ise; ekonomik açıdan ilişkileri geliştirme çabasında olmasıdır. Amerika bu projesini ilk defa Cezayir de gerçekleştirmeye çalışmıştır. 11 Eylül saldırısı sonrasında artan şekilde İslam terörü yaratılmıştır. İlk uygulama olarak Cezayir de “ılımlı İslam” denenmiştir. Ama bu durum Cezayir de iç savaşla sonuçlanmıştır. Tarihin hiçbir döneminde Arap Birliği oluşmamış, aynı cephede düşünülememiştir. Arap Baharı da yeknesak bir olay değildir ve ülkelerin içsel yapılarına göre farklılık göstermektedir. Tunus’u bu ülkelerin içinde en demokratik ve en liberal olanıdır. Çünkü bu hareketin temel öğesi ‘hürriyet’tir. İnsan, eğer özgür değilse bu patlamalar yaşanabilir. Öğrencim aynı zaman da seyyar satıcı olan bir Tunuslu gencin kendini yakması, halkın tepkisini desteğini kazanmıştır. Tunus başarmış mıdır? Bu ülkenin Müslüman Kardeşlerle ilgisi yoktur. Tunus’ta seçim sonrası yeni liderleri iş başına gelmiştir. Bu lider ılımlı İslam temsilcisi olarak anıldı ve AK parti iktidarıyla eş görüldü. Ama yazılan anayasa, İslam Devleti olduğunu gösteriyor. Arap baharında iki durum söz konusudur. Birincisi; eğer halk ayağa kalkmış ise önüne geçecek bir durum yoktur. Diğeri ise; halk bilinçlenmeyle birlikte geçmişin hesabını sormuştur. Mısır da ise durum farklı bir boyuttadır. Tahrir meydanı simge haline gelmiştir. Mısır geçmişiyle aykırı bir ülke olup Batı ile anlaşamamıştır. Farklı dönemlerde farklı politika anlayışları benimsemiştir. Mısır da ordu farklı bir konumda olup halk ordusu değildir. Devlet içinde ayrı bir zengin aygıttır. Ordunun ekonomide yatırımcı rolü ön plana çıkmaktadır. Halk fakir olmasından dolayı Hüsnü Mübarek’e karşı birleşti. Daha sonra ise ordu halkla bütünleşti. Tunus demokratik adımlar atmasına rağmen Mısır da böyle durumlar yaşanmadı. Ordu kendi durumunu sağlamlaştıracak durumlardan yana olmuştur. Seçimler mecbur olarak yapılmış ve iki önemli güç ortaya çıkmıştır: Müslüman kardeşler ve Selefiler. İhvanı Müslüman olan Müslüman kardeşler ilk olarak ortaya çıkmalarına rağmen iç savaşlardan dolayı Kahire’ye taşınmışlardır. Müslüman kardeşler savaşçı değil yayılmacıdırlar. Selefiler ise, Pakistan kaynaklıdır. Mursi, başlangıçta ılımlı bir imaj yaratmıştır ama sonrasında öyle değildir. Geçtiğimiz günlerde çıkardığı kararnamede, adeta kendisini diktatör ilan etmiştir. Anayasa taslağına, laikliği ön plana çıkarmış olan Mısır, İslam devletidir ibaresini koymuştur. Libya, aşiret düzenidir. Aşiretler arasındaki güç dengesi ön plana çıkmıştır. Kaddafi bir diktatördür. Kaddafi petrol gelirlerini halka harcarken diğer kısmını da kendi zenginliğine katmıştır. Burada patlama iç savaşa dönüşmüş ve Doğu ve Batı kabileleri arasında ayrışma yaşanmıştır. Seçim sonucunda aşiretler ve partilere sandalyeler ayrılmıştır. Sonuç olarak müthiş kanlı bir şekilde bitmiştir. Arap Baharı farklı ülkelerde farklı yansımalar bulmuştur. Suudi Arabistan da, aşiretlerin tatmin edilmesine yönelik açılımlar yapılmıştır. Yemen de ise, devlet başkanının canı bağışlanarak gönderilmiştir. Gerçek anlamda bir demokrasi gerçekleşmemiştir. Lübnan da ise geçmişe baktığımızda Hristiyanlar var olmasına rağmen Fransa tarafından Sünni bir devlet oluşturulmuştur. Lübnan günümüzde Arap Baharından pay alamamış durumdadır. ’’
Alev Kılıç
“ Latin Amerika dediğimiz 21 milyar kare alana sahiptir. Bu oran dünyanın %15’dir. Nüfusu 580 milyondur. Latin Amerika dediğimiz yer 15. yy’a kadar bilinmiyor. Meksika 1492 de keşfediliyor. 1500’lerin başların da İspanya ve Portekizlerin gemileri gidip gelmektedir. Oradayken 5 milyona yakın bir nüfus bölgenin diğer tüm akımlarından izole bir şekilde yaşamış. Orda insanlık iletişimsiz bir şekilde yaşamış, bir süre Meksika da yaklaşık 3 milyon iç içe yaşamış ve gelişmişlik bir yerde durmuş. İspanya gelmeden önce yerli halk eğlence olsun diye bir birleriyle savaşıyorlar. 1500’ler de Cortez İspanyadan askerleriyle Meksika’ya çıkıyor. Karşılarında bir takım çıplak görüyorlar ve bunlara vahşi diyorlar. İspanyollar bir süre Meksika da kiler insan olabilir mi düşüncesi taşımışlar. Meksika, Orta ve Latin Amerika da insanları At’ı bilmiyorlar sadece Timsah, Puma ve Yılan’ı tanıyorlar. Taşıyacak hayvan olmadığından tekerliği kullanamıyorlar. Demir ve Bakır gibi madenler yok fakat; Altın ve Gümüş işleniyor. Ok, bıçak gibi malzemeler taştan yapılıyor. İspanya bunlara karşı top ve tüfekleriyle Altınlarına geliyor. Yerli halk İspanyolları Atların üzerinde görünce bunlar Tanrılar demişler ve tanrılarla savaşılmaz düşüncesiyle tek kayıp olmadan İspanyollarca alınıyor. 1521’de Meksika da alınan en büyük şehir bile mücadelesiz alınıyor. Tarihçilere göre Meksika şehirleri Venedik’ten daha güzel. Her evden akarsu geçiyormuş. 1500’ler den itibaren zenginliğin temel ölçeği biriktirilen Altın ve Gümüşlerdi. Meksika seferinin amacı da orda Altın ve Gümüş bulmaktı. Meksika inanılmaz bir gümüş rezervine sahiptir. İlk 20 yıldan sonra İspanya gümüş zengini oldu ve Osmanlı hazinesinin kıymeti düştü. Avrupa da güçlü ve hesapsız bir para var oldu. Ekonomi, Siyaset ve Devlet Yönetimi performansı Fransa ve İspanya bu para bolluğuyla Osmanlının duraklama ve gerileme döneminde etken olmuştur. Papa tek seçici, yenidünyayı kim paylaşacak karar verendir. İspanyol ve Portekizlerle oraları paylaştırır. Meridyen bölüşümü yapmıştır. Orada yeni bir İspanya kuruluyor ve Mayalar ve Aztek’lere ait hiç bir eser bırakılmıyor. Hıristiyan olmayan herkesi ya öldürülüp yakılıyor. 1535’ de bir Aztek dağda bir imaj görüp Meryem’i gördüm diyor. Vatikan da bunu onaylıyor Meksika Meryem’i olarak kabul ediliyor. Her sene 12 Aralıkta dağa gidilip Meryem anılır. Bu onlar için haça gitmektir. Meksika 1820’lere kadar İspanya yönetiminde kalmıştır. Latin Amerika’da temel 2 dil kullanılır İspanyolca ve Portekizce. Çok az Felemenkçe, Fransızca ve İngilizce de konuşulur. Nüfusun nerdeyse tamamı Katolik’tir. Fransız İhtilalında Napolyon seferiyle İspanyollara karşı kazanıyor. İspanyanın sömürgelerini de alıyor. 1820’lerde tüm Latin Amerika’da bağımsızlık hareketleri başlıyor. Rahipler ve İspanyol asilzadeleri başlatıyor. Bağımsız devlet istiyoruz diye. 1821’ de Meksika bağımsızlığını kazandı. Bundan sonra Güneyde ve Kuzey’de başkaldırılarla toprak reformu gerçekleşiyor. O zaman konulan kurallar hala yürürlükte. Günümüzde; Latin Amerika 46 birimden oluşuyor yaklaşık 35’ i bağımsız, bir kısmı özerk, yarı özerk. 1820 den itibaren Latin Amerika ruhu yaşatılır ve bir birlik oluşturuluyor. Bunlara Amerika ve Kanada’ da var. Güney ve Latin Amerika kendi aralarında bir fakat Amerika ve Kanada’yı ayrı tutuyorlar. Bunun nedeni belli değil.’’
Ozan Ceyhun
“Üç ülkede yaşayan, eski bir Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak sizlerle Kıbrıs meselelerini tartışmak beni çok mutlu etti. Çünkü bu konuda pek geçerli tartışmalar yapılmıyor. Kuzey Kıbrıs'tan göçmüş Türk insanlarla çok şey paylaştım ve bunlardan bahsetmek zor gelmiyor, zor olan Türkiye'nin Kıbrıs politikasının değişmesi. Yüzeysel tartışmalar ve Denktaş tartışmalarından ziyade bizi çok yakından ilgilendiren, gündeme her an gelebilecek olan bir ada Kıbrıs. Siz genç insanların da, Türkiye'yi dış mecralarda temsil edecek gelecek görevliler olarak Kıbrıs tartışmalarını çok yönlü yapmanız, gelişmeniz ve ilerlemeniz açısından size çok yardımcı olacaktır. "İçişleri ve Adalet" konusunda editörlük, Almanya'da diplomatlık yapan ve ilk önce Türk sonra Almanya vatandaşı olan, Demokrat Parti'nin seçim kampanyalarında Almanya'da menajerlik yapan biriyim ve Türkiye yerel politikasına ve Kıbrıs sorununa yabancı değilim. Kıbrıs Cumhuriyeti hep 1960'tan itibaren anlatılır. Ortodoks dinine mensup insanlar yobaz olarak değerlendirilir. Yunanistan'dan bile daha gerici, din merkezli ve yobaz çıkışlı bir kilise vardır Rum kesiminde. Ada halkı (rumlar) da kilisenin çok etkisinde. 1970'ten itibaren Kıbrıs Türkleri ilk defa can güvenliklerinden emin olarak memleketlerinde yaşayabildiler. Türkiye, 1974 yılında faşist bir Rum'un faşist bir Alman albayının etkisiyle yaptığı cuntaya müdahale etti ve çok yerinde bir müdahaleydi. İki farklı harekât gerçekleşti ve günümüz Kıbrıs sınırları belirlendi. 2002 Annan Planı'na kadar Kıbrıs Türklerinin imajı Rumların provokasyonları ve lanseleri sonucu çok kötüydü. Rumların ve Yunanlıların hamle yaparken Avrupa Birliği'ne danışmamaları Kıbrıs Türklerinin imajının düzelmesine, onlara daha ılımlı yaklaşılmasına katkı sağladı. En yobaz Müslüman haliyle Türkler, Ortodoksların en gelişmiş halinden daha medenidir. De facto olarak Kıbrıs Türk devleti var ve AB çerçevesinde bu artık konuşulacak hale geldi. Yunanistan, Yunanistan'da ve Kıbrıs'taki ekonomik krizin sonucu olarak Rusya'dan aldığı kredilerle Rum kesimini ayakta tutmaya çalışıyor. AB'ye sormadan ve pazarlık yapmadan ve ekonomi ve enerji alanlarında AB ile işbirliği yapmadan iş yaptığı için Türklerin olmadığı yerlerdeki masum Rumlar demagojisi uluslararası piyasada artık pek umursanmıyor. Kıbrıs'ta bir çözüm olacaksa bu iki devletten geçmesi şart. Dünya kamuoyu da bu sorundan bıktı. Türk kesimi bu topraklarda, Türkiye'den aldığı yardımlar olmadan, kendi ayakla üstünde "Tayvanvari" bir şekilde var olmalı. Ki artık 1974'ten beri Rum kesimi ve Türk kesimi nispeten daha barış içinde, iyi komşuluk ilişkileriyle yaşadığını kanıtlamaları halinde AB hedefine daha çok yaklaşmış olacağız. Eski AB müzakerelerinde Türk diplomatlar Malazgirt'ten başlıyordu, uzun uzun anlatıyordu ve gündeme ve yeni konulara gelemiyordu. Artık daha pragmatik davranıp tüm Kıbrıs politikasını ona göre geliştirmek lazım.”