Diplomat Okulu’nun 4. haftasına yine birbirinden değerli konuşmacılar katıldı. Programa katılan; Emekli Büyükelçi Numan Hazar, yenidiplomasi.com kurucusu Gökhan Yücel, Emekli Büyükelçi,T.C. Eski Milletvekili Dr. Onur Öymen ve T.C. Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru yorum ve görüşlerini paylaştılar. Programda “Türkiye-Afrika İlişkileri”, “Dijital Diplomasi”, “Son Dönem Türk Dış Politikası’nda Yaşanan Gelişmeler’’,’’İsrail-Filistin Meselesi’’ Dışişleri Bakanlıgı’nda Kariyer Olanakları’’ konuları ele alındı.
Konuşmacılardan satır başları şöyle:
Numan Hazar
"Osmanlı Devleti aynı zamanda bir Afrika devletiydi. Ama Türkiye Afrika ilişkileri yakın zaman kadar neredeyse yoktu. Sonra 1995 yılında Afrika'da ilk görev yerim olan Nijerya’ya gittiğimde Türk-Afrika ilişkileri çok yetersizdi. Türkiye Afrika’da sömürgeci bir devlet olarak bilinmiyor çünkü; Osmanlı imparatorluğu emperyalist bir devlet değil. Bu nedenle Afrika ülkelerinin Türk sempatisi var. Osmanlı Devleti bir Afrika ülkesi çünkü Osmanlı Devleti'nin Afrika’da Mısır, Tunus, Libya, Habeş gibi bir çok kenti var. Nijerya, Çat, Uganda Cumhuriyetlerinin de bazı bölgeleri Osmanlı sınırları içinde idi. Afrika’daki Müslüman halkın din dolayısıyla Hıristiyan halkın ise Mustafa Kemal rejimlerinden dolayısıyla Türk sempatisi var. Türk Bağımsızlık hareketine karşı Afrikalılar büyük sempati duyuyorlar bunun da iki sebebi var: Birincisi; zamanın büyük devletlerine karşı kazanılmış ilk mücadele oluşu. İkincisi ise; bu savaşın emperyalizme karşı zafer kazanılabileceğini göstermesi. Türkiye her zaman Afrika ile ilişkilerini geliştirmeye önem vermiştir ancak Cumhuriyet kurulduğunda Afrika’da bağımsız ülke yoktu. 1960 yıllarında itibaren tüm Afrika ülkeleri bağımsızlığına kavuşuyorlar.Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk büyükelçiliğini Etiyopya’da açmıştı. Afrikalılar Türkiye’nin sosyo-ekonomik açıdan geliştirdiği modeli kendilerine örnek alıyorlar.Türkiye Afrika’daki barış harekatlarına katılıyor. Somali’deki barış harekatının komutanlığını bir Türk yapıyor. Tüm bunların Türkiye’nin Afrika eylem planını için avantaj olduğuna değindi.Türkiye her alanda Afrika ile olan ilişkilerini geliştirmeli. Çünkü Türkiye ekonomi, ticaret, eğitim, savunma gibi alanlarda ilişki kurduğu zaman Afrika ile siyasi ilişkiler kurabilecek. Türkiye Afrika’yı, Afrika Türkiye’yi tanımıyor ve yeterli büyükelçiliğimiz yok. Bunları arttırmak gerekiyor."
Gökhan Yücel
"'Dijital Diplomasi'nin yeni bir kavram yaklaşık 10 senelik bir mazisi var. Dijital Diplomasinin içinde nelerle ilgileniliyor, soft power, stratejik derinlikle beraber dijital derinlik, araştırma, eğitim, danışmanlık ve savunuculuk , dijital diaspora, veri görselleştirme, dijital kültür diplomasisi, dijital ülke markalaşması gibi konuları ön plana dijital diplomasi çıkardı. ABD’de Dijital Diplomasinin siberakvizme ve teknolojiye dayalı internet özgürlüğü gerektiren, geleneksel yöntemlerle yetinmeyen, halkın isteklerini dikkate alan, yeni ve demokratik diplomasi türü olarak; Birleşik Krallık'ta ise klasik diplomasi sorunlarının internet yoluyla çözülmesi olarak tanımlanıyor. Diplo-medya, Diplo-pedi gibi kavramlar var. ABD’de bu kavramların diplomasi tekelinin diplomatlardan alınması olarak tanımlanıyor. Dijital Diplomasinin ne değildir? Devlet başkanının, büyükelçilerin, büyükelçilik çalışanlarının iyi niyetleri de olsa sosyal medyayı sistematik olmayan kişisel insiyatifle kullanması Dijital Diplomasi değildir. Aynı zamanda siber güvenlik, online chat, fütürizm gibi kavramları içinde barındırsa dahi sadece bunlardan ibaret değil. Bu konuda çalışanların bloglarından edindiği bilgilerden bu bilgiler ışığında Dijital Diplomasinin belirli bir formülü yok, genç diplomatların bunlarla haşır neşır olması gerekiyor. Dijital Diplomasi kanallarının geniş tutulmasının, daha fazla para harcanmasının daha iyi iş yapmak anlamına gelmiyor. Eğer komplo üretmemiz gerekiyorsa Dijital Diplomasi argüman olarak kullanılabilir.
Onur Öymen
Türkiye’nin dış politikasını iki kelimeyle özetleyebiliriz: ’Parçalı bulutlu’’. Dış politikayı değerlendirirken referans noktamızın cumhuriyet dönemi dış politikası olması gerekir. Dikkat etmemiz gereken şey; o dönemki politikanın neresinde kaldığımız. Yani, bugün daha mı yakınız yoksa uzak mı düştük?Dikkat etmemiz gereken nokta budur. Atatürk’ün dış politikasından alınması gereken ilk ilke: ‘Yurtta sulh,cihanda sulh’tur. Demek oluyor ki öncelikle barışçıl bir politika yürüteceğiz. İkincisi ise, ‘tam bağımsızlık’ ilkesidir ki bu ilke dış politikada da iç politikada da kimseye bağımlı olmadan hareket edebilme yeteneği gerektirir. Bölgemizde , gerçek anlamda savaşa katılmayan tek ülkeyiz. 2. Dünya savaşından beri savaşların içine çekilmeye çalışılıyoruz . Bu noktada Türkiye’nin uyguladığı politika çok başarılıydı, hiçbir zaman savaşın içine çekilmemize izin vermedik. Son zamanlarda yaşanan olaylara değinmek gerekirse, önceliği AB dönemine vermek gerekir. Uzun uğraşlar sonunda 2004 yılı Türkiye için bir dönüm noktası oldu ve tam üyelik sürecine başladık. Ancak,bu süreçte önümüze sürülen şartlar çok ağırdı. Süreç aksak bir şekilde başladı. Toplamda 13 tane başlık açtırdık, ancak son 3 yıla bakınca hiç başlık açtıramadığımız görüyoruz. Zaten hükümetin bu konudaki tutumu da değişti, fiilen AB müzakerelerini askıya aldık. Kuzey Kıbrıs Rum Kesimi’nin ve Fransa’nın vetoları önümüzü tıkıyor. Baktığımızda, bizimle birlikte başlayan ülkeler üyelik kazandı . Haliyle akıllara şu soru geliyor: Biz neden kazanamadık? Sorulduğunda öne sürülen bahane Kıbrıs meselesi, fakat çözüme kavuştursak bile, kimse AB’ye gireceğimizin garantisini vermiyor. AB Türkiye’ye tam üyelik vermektense, özel statü verme taraftarı, ancak Türkiye bu teklife sıcak bakmıyor. 10 yıl öncesine kadar Suriye’ye teröre karşı politika yürütüyorduk, tek kurşun bile atmadan sorunları çözüyorduk, ama şimdi baktığımızda verdiğimiz şehitlerin sayısı bitmek tükenmek bilmiyor. Bunun en büyük sebebi; etkin ve taviz vermeyen bir politika yürütemememiz. En başta sorduğum soruya gelecek olursak; Türkiye, Cumhuriyet dönemi diplomasisinin çok yakınında değil ve çok tehlikeli bir çizgide gidiyor. ’’İsrail-Filistin Meselesi ‘’En başında, Siyonist grup, büyük devletleri bir Yahudi devleti kurmak için ikna etmeyi amaçladı. Arap-Yahudi nüfus dengesini değiştirerek orada bir devlet kurma hakkı elde etmeye çalıştı. İngiltere ve Fransa kendi aralarında bölgeleri nüfuslarına göre ayırmayla ilgili gizli bir anlaşma imzaladı. İngiltere o dönem İsrail devleti kurmak için açık bir söz verdi. Bugün Filistin dediğimiz topraklar İngiliz yönetimi altına alınıyor. Sonrasında İngilizler 1948 yılında yürüttükleri mandayı bırakmak için BM’ye başvurdular. O dönem açıkça görülmesi gereken bir şey var ki; İsrail devletinin kurulması sırasında Filistin’e büyük haksızlıklar yapılmıştır. Filistin, İsrail ile girdiği her çatışmada biraz daha toprak kaybetmiştir. BM’in bu konudaki genel kanaati, Filistin devleti ve İsrail devleti adı altında iki devletin olması gerektiği, ancak bunu kabul etmeyen bir kesim de var. Bunlar, karışıklığı çatışmayla çözme taraftarı. Örneğin, Hamas. Yöntem olarak cihadı benimsiyor, laiklik karşıtılar ve Filistin’de İslam dinine dayalı bir devlet kurmak istiyorlar, İsrail’i kabul etmiyorlar. Şiddet o bölgede bir silahtı yıllardır ve hala da etkinliği devam ediyor . Ancak , bu durumun tek sorumlusu Filistin değil. İsrail , Filistin’ e çok sert bir ambargo uyguluyor; havadan,karadan ve denizden olmak üzere . Filistin’in kendine ait bir havaalanı bile yok. Her iki tarafın bu zamana kadar verdiği zayiata bakıldığında Filistin’inki İsrail’inkinin on katı. Türkiye de yaşanan bu olaylara tepki gösterip ,kınıyor; zaten yapması da lazım. Bu konuda izlediğimiz diplomasi yerinde. Diğer bir yandan, İsrail’in İran’a yaptığı tehditler Türkiye’yi de etkiliyor, çünkü yaşanılacak herhangi bir savaştan Türkiye de etkilenecektir. Ayrıca,İran tehdidinden rahatsız olan tek ülke İsrail değil. Körfez ülkeleri de kendilerini korumak için füzesavar sistemleri kuruyor. Türkiye’de kurulacak olan füze kalkanı da bu amaçla kuruluyor. İsrail’in İran’la mücadelede üç şey öne sürüyor: Birincisi, Gazze’deki Hamas, ikincisi Hürmüz Boğazı’nı kapatmak ve üçüncüsü terörü desteklemek. Son olarak Türkiye’nin bu konuda sergilemesi gereken tutum ‘’Çatışmacı olmayacaksınız. Türkiye’yi çatışmaların içine sürüklemeyeceksiniz. Atatürk’ün çizmiş olduğu rotada ilerleyerek, ülkenizin bağımsızlığına göz dikilmediği sürece savaş yapmayacaksınız.
Naci Koru
"Dış politikaya gösterilen ilgi zamanla arttı. Ben dış politikaya girdiğimde böyle değildi. Dış politikadaki üç büyük deprem şöyle oldu. Birincisi;1991 dengeler değişti, soğuk savaş bitti ve yeni devletlerin ortaya çıkmasıyla ana hatlar değişmeye başladı (jeopolitik deprem). İkincisi;11 Eylül 2001 saldırısıyla yenilmez olarak görülen Amerika’nın kendi ülkesinde vurulabileceği görüldü (güvenlik depremi). Üçüncüsü; Avrupa’nın içinde bulunduğu kriz ve orta doğunun çatırdaması, otokratik rejimlere karşı alınan ayaklanmalar. 1990'larda güvenlik ağırlıklı dış politika izlemeye başladık ve 2000'lerde bunu üç boyutlu restorasyon takip etti. Demokrasinin yükselişi, ekonomide yapısal reformlar ve aktif, ilkeli, vizyoner , çok yapılı dış politika. Sağlam alt zeminin kurulup üzerine istikrarı yeşertmek çok önemli. Stratejik ilişkilerin güçlenmesi için; ABD ile model ortaklık, AB üyeliğinin hedeflenmesi , NATO da ‘kanat ülke’ olmaktan ‘merkez ülke’ olmaya geçiş gibi çalışmalar yapıldı. Uluslararası örgütlerde , platformlarda etkin olunması, güvenlik konseyi üyeliği , G20 deki etkin pozisyon, arabuluculuk ve terörle mücadele önemli. Ben ilkokuldayken bize Türkiye’nin üç tarafı deniz , dört tarafı düşman diye öğretildi; şimdiyse çok yaygın biliniyor ki bizde sıfır sorun politikasını benimsedik. Sıfır sorun, ekonomik bağ ve kültürel etkileşim olarak da düşünülmeli. Vize muhafiyeti , ilişkilerin gelişmesine katkı sağlar. İnsani prensip olarak , yardım. Mısır, Tunus ,Libya da olduğu gibi şimdi Suriye’ye yardımlarımız var. Demokrasi, çoğulculuk o ülkelerde derinleşsin istiyoruz. Afrika birliğiyle stratejik ortaklığının yararlarının ne olacağını başta biz bile kestiremiyorduk. Fakat zamanla önemi artıyor ve giden ticari ağırlıklı büyükelçilerin sayısı gittikçe artıyor. THY cömertlik yapıyor. Onlar sefer yapıyor biz elçilik açıyoruz. Ya da biz büyükelçilik açtığımızda onlar uçuş başlatıyor.
Diplomatın kendisini sürekli yenilemesinin gerekliliği vurguluyorum. Dışişleri bakanlığına torpille girilebilir düşüncesi zinhar doğru değildir. Çince, Almanca biliyorum derseniz; sizi kapıyoruz. Büyükelçi olmak, adapte olmayı gerektirir. Evinizi sırtınızda götürüyorsunuz. Eşinizi kendinize göre seçmelisiniz. Onun mesleği de sizin mesleğiniz kadar önemli . Bu yüzden meslek içi evlilikler artıyor. Hayata karşı dayanıklı olmanın şart olduğu bu meslekte yabancılarla bir arada olmayı sevmiyorsanız mutlu olamazsınız. Bu mesleği seçerken iki kez düşünmek gerekir. Bana yeni seçim hakkı verseler yine bu mesleği seçerdim.