Cihat Yaycı'dan Yunanistan ile Mısır'ın MEB ilan etmesine flaş değerlendirme: Tek seçeneğimiz kaldı...
Özellikle Doğu Akdeniz ve Ege sorunu ile ilgili yaptığı çalışmalar ve eylemler nedeniyle Yunanlar tarafından hedefe konulan Amiral Cihat Yaycı, Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan MEB anlaşmasını Veryansın TV'ye anlattı... Türkiye'nin Akdeniz'de MEB ilan etmesi gerektiğini söyleyen Yaycı, "Zira Yunanistan’ın bundan sonraki adımı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile MEB andlaşması imzalamak olacaktır. Bunun da haberleri Yunan ve Rum basınında yayılmaya başlamıştır. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden İsrail ve Lübnan ile de andlaşma yapmışçasına Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilan edilmelidir." dedi.
Deniz sınırı bulunmayan Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmasına tepkiler sürüyor.
Libya ile yapılan deniz yetki alanları anlaşmasının mimarı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın önceki Kurmay başkanı emekli Tümamiral Cihat Yaycı'ya Mısır ile Yunanistan arasındaki MEB anlaşmasını ve yaşanan gelişmeleri sorduk. Aynı zamanda BAU Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı olan Yaycı, Deniz Kuvvetleri'ndeki görevinden alınmış olsa da Türkiye'nin Mavi Vatan'daki hakları için çalışmalarına devam ediyor.
İşte Yaycı'nın sorularımıza yanıtları:
-Türkiye’nin 21 Temmuz 2020 Navtex ilanından sonra Almanya araya girdi ve Türkiye diyalog için Navtex’i erteledi. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Libya Türkiye hattının 300 km doğusundaki çalışmalarını “Yunanistan’ın itiraz ve tehditleri neticesinde Almanya’nın araya girmesi neticesinde” 21 Temmuz’da iptal ya da ertelemesinin vahim sonuçları olmuştur.
Öncelikle Libya Türkiye hattının 300 km doğusunu dahi tartışmalı ya da müzakere edilebilir alan haline dönüştürmüştür. Yani bazılarının söylediği gibi Oruç Reis’in çekildiği navtex bölgesi Meis ve Rodos bölgesinde değildir. Meis’in de 300 km güneyindedir.
Oruçreis Sismik araştırma Gemisinin 21 Temmuz 2020’de iptal edilen araştırma sahası
Bu durum muvacehesinde Libya Türkiye andlaşmasını kendi elimizle ortadan kaldırma, Doğu Akdeniz ve Libya politikasını da kadük etme durumu ile karşı karşıya kaldık. Yunanlılar bu durumu büyük bir diplomatik zafer ve tabiri caizse 'Türkleri dize getirdik' demektedirler.
Bahse konu son geri adım attığımız alanda (ki bu alanlar 2011 ve 2012’de TPAO’nun ruhsatlandırıldığı alandır, yani yıllar önce bizim olduğunu ilan ettiğimiz alanlardan çekilmek durumunda kaldık.
Ayrıca son gelişmeler Mısır’ı da cesaretlendirmiştir. 30 Mayıs’ta ihaleye çıkılan alanlarda Mısır’ın hak iddia etmesi çok enteresandır. Yunanlılar ile bir andlaşma eşiğinde olduklarını göstermemişti. Bu endişelerimizi elimizden geldiğince duyurmaya çalıştık.
-Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile müzakereye hazır olduğumuz yönündeki açıklamaları nasıl karşılıyorsunuz?
Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de Müzakere etmeyi kabul etmemiz ihtimali geri dönülemez zararlar verecek bir tutum olur. Zira Yunanistan bizim Doğu Akdeniz’de muhatabımız değildir. Aramızda sorun yoktur. Sadece Yunanistan’ın bizim hakkımız olan deniz alanından talebi vardır.
En basit boyutuyla dahi, Yunanistan’ın Adalarının Doğu Akdeniz’e bakan yüzlerinin 167 km’lik toplam kıyı uzunluğu ile 1870 km’lik Anadolu kıyıları karşısında bir deniz yetki alanı talep etmesi inanılmaz gayri hukuki bir pişkinliktir.
Libya ile yaptığımız deniz yetki alanları (MEB ve Kıta Sahanlığı) antlaşması deniz hukukunun bugüne kadar verilen mahkeme kararları çerçevesinde; hakkaniyet, eşit uzaklık, oransallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama, özel ve beşerî koşullar ile diğer koşulların değerlendirilmesi gibi prensipler çerçevesinde yapılmıştır. Bu kapsamda doğal olarak adalara karasuları kadar deniz yetki alanı tanınmış ve Libya Türkiye hattı bu adaların karasuları hemen dışından geçirilmiştir.
Bu durumda Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı muhatap alarak müzakere etmek demek, Yunanistan’ın talebini nasıl karşılayacağımızı konuşmak, yani hakkımız olandan ne kadarını Yunanistan’a vereceğimizi konuşmak anlamına gelebilecektir. Adalara ne kadar kıta sahanlığı tanınacağını müzakere etmek Libya antlaşmasını ortadan kaldırmak demektir. Çünkü biz bu anlaşmayı imzalarken ve Türkiye ve Libya hattını çekerken deniz hukukuna uygun şekilde adalara karasularının ötesinde bir deniz yetki alanı tanınmamıştır. Ayrıca eğer adalara karasuları dışında deniz yetki alanı tanınması konusunda müzakere başlarsa durum 2004 yılından itibaren savuna geldiğimiz Kıbrıs adasının batısında karasularının sınırından geçtiğini söylediğimiz kıta sahanlığı hattının da kaybedilmesi anlamına gelecektir.
Bu da bizi Antalya körfezine hapseden Seville haritasının kabulü anlamına gelecektir.
-Yunanistan ile Mısır arasında MEB anlaşması imzalanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konjonktürü takip ettiğimizde en kötü senaryo olan Yunanistan ile Mısır arasında münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalanmasına dair işaretler aldığımızı, sismik araştırmalardan vazgeçmemizin bu anlaşmaya zemin hazırladığına dair endişelerimizi bildirmiştik. Ancak bir gelişme olmamış ve maalesef Yunanistan ile Mısır MEB anlaşması imzalamışlardır.
Bu anlaşmanın Türkiye Libya anlaşmasını ortadan kaldırması mümkün değildir. Karşılıklı kıyıları olduğu kör göze parmak derecesinde aşikar olan Türkiye Libya’nın denizden komşuluğunu engellemek amaçlı bu anlaşmanın bizim anlaşmamıza hiçbir menfi etkisi yoktur, olamaz.
Diğer yandan öğrenebildiğimiz kadarıyla, Yunanistan Mısır ile andlaşma yapmak uğruna Rodos, Girit adaları için ön gördüğü MEB alanından %50 vazgeçmiştir. Bu durum esasen Yunanistan tezlerinin çöküşü anlamına gelir. Zira Yunanistan’ın başından beri iddia ettiği adaların ana karalar kadar deniz yetki alanı olduğu tezini kendi elleri ile çürütmüştür.
Bilindiği üzere Mısır ve Yunanistan arasında imzalanan MEB andlaşmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi sitesinden konu ile ilgili açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi;
“Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır. Sözde sınırlandırılan alan, Birleşmiş Milletler’e de bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır.”
Bu noktada düşüncemiz bu açıklamada belirtilen kıta sahanlığı ifadesinin “Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)” olarak değiştirilmesi gerektiği yönündedir. Türkiye-Libya arasında imzalanan andlaşma bir MEB andlaşmasıdır. O yüzden burada geçen ifadenin de MEB olarak düzeltilmesi gerektiği kanaatindeyim .Çevremizdeki tüm devletler MEB hakları derken bizim hala kıta sahanlığı ifadesinde ısrar etmemizi anlayamıyorum.
Bunun yanı sıra, bu alanda yapılan andlaşmanın Türkiye’nin hukuki haklarını gasp ettiği ortadadır. MEB’in bize ait olduğunu göstermek için bölgeye askeri gemi göndermek anlamlı bir çözüm yolu değildir zira askeri gemiler diğer ülke karasuları dışında denizlerin geçiş, eğitim vs maksatlı serbest kullanımı ilkesi çerçevesinde her yerde özgürce eğitimlerini yürütebilmektedir. Yani o bölgede askeri gemiler bulundurmak, tatbikatlar yapmak o bölgenin size ait olduğunu göstermez. Zaten Doğu Akdeniz’de yedi düvelden gemi vardır. Yani askeri gemiler için navtex ilan etmenin hiçbir anlamı yoktur. Bu bölgenin MEB ve kıta sahanlığı hakları bakımından bize ait olduğunu göstermek ancak kaynakların araştırılması, çıkarılması ve kullanılması ile mümkün olur. Bu kapsamda bu bölgelerdeki münhasır ekonomik bölgemiz ve kıta sahanlığımız olduğunu göstermek ve haklarımıza sahip çıkmak için ivedilikle bölgeye sismik araştırma ya da sondaj gemisi göndermek gerekmektedir.
Ayrıca, en önemlisi ise proaktif bir stratejinin tek seçeneği elimizde kalmıştır. O da MEB ilan etmektir. Zira Yunanistan’ın bundan sonraki adımı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile MEB andlaşması imzalamak olacaktır. Bunun da haberleri Yunan ve Rum basınında yayılmaya başlamıştır. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden İsrail ve Lübnan ile de andlaşma yapmışçasına Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilan edilmelidir.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz hususların yerine getirilmesinde ülkemizin hak ve çıkarları açısından fayda ve gerek mütalaa edilmektedir.
Ya çatışma çıkarsa endişesinden kaynaklı geri çekilme bizim fıtratımıza uygun değildir. O zaman yarın birgün bir devlet vilayetlerimizden birinde hak iddia etse, çatışmadan çekinip müzakere edeceğiz? Bu gibi durumlardan Türk Milletinin çekinmediği ve Türk Devletinin de asla müzakere etmediği ve etmeyeceği zaten sayısız delilleri ile ortadadır. Esasen Yunanistan’ın bizimle çatışmayı göze alması aklen pek mümkün değildir. Zira o kadar çok yumuşak karnı var ki. Yumuşak karınlarının nereler olduğu haritaya bakınca çok net görülür. Özellikle gayri askeri statüde olmak kaydıyla Yunanistan’a devredilen ancak Yunanistan tarafından askerileştirilerek ve silahlandırılarak devir şartının bizzat Yunanistan tarafından ortadan kaldırıldığı adalara ve hemen Anadolu kıyılarımız yakınındaki pozisyonlarına dikkat çekmek isterim.
Hülasa Türk Milleti ve Devleti uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerinin farkındadır.
Hak ve menfaatlerini korumak için her türlü mücadeleyi bedeli ne olursa olsun vermekten Türk Milletinin çekinmediği ve Türk Devletinin de asla müzakere etmediği ve etmeyeceği zaten sayısız delilleri ile ortadadır.
Devletimizin en üst makamlarının son açıklamaları da bu yöndedir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin her türlü gücü ve kudreti yerindedir. Türkiye’nin verecek ne bir karış vatan toprağı, ne de bir damla vatan suyu vardır!